Sayfalar

11 Ocak 2018 Perşembe

Neden Din?

Bir din adamı değilim. Din üzerine okullardaki din dersleri dışında herhangi özel bir eğitim de almadım. Din üzerine yazmak haddime değil bunun farkındayım. Ama toplumsal hayat üzerinde bu kadar çok etkili olan din kavramının farkına varmadan daha doğrusu din kavramına dikkat edilmeden hayata dair yargıda bulunulmaması gerektiği kanaatindeyim. İnsanları yargılamaya bıraktım artık. Biraz geç oldu üzgündüm yeni farkına vardım. 

Büyüklerimizin şu uyarısı ile yetiştim, istemeyerek dahi olsa kısıtlandım; Futbol, siyaset ve din üzerine kişilerle tartışma girme. 

Futbol maceram, sekiz yaşındayken tutmuş olduğum takımın gol sevincini arkadaşım ile paylaşmak için arkadaşımın evine koşarken- karşıdan karşıya geçerken (ki bu yoldan o zamanlar günde on tane araç ya geçer di ya da geçmezdi) - kaza tehlikesi atlatmam üzerine sona erdi. O günden beri sadece sorulduğunda ismine söylediğim ama kalecisini dahi bilmediğim bir futbol takımını tutuyorum.

Her ne kadar bir vakıf üniversitesinde okumuş olsam da her halde hukukçu olmamdan kaynaklı olarak siyasetten uzak kalamadım. Aktif siyaset hayatım avukatlığa başladıktan sonra başlamış olmakla beraber yine avukatlıkta işlerimin yoğunlaşması sonrasında ve de portföy kaybının da etkisi ile siyasetten uzaklaştım.  

Önce sağlık sözünden yola çıkarak avukatlığa başladığım şehri 5 senelik bir emekten sonra terk ettim. Boğuldun mu büyük denizde boğulacaksın lafından yola çıkarak İstanbul'a hicret etmiş olsam da kelimenin tam anlamıyla İstanbul'da kendimi hem kaybetmenin hem de bulmanın mutluluğunu tezat oluşturacak şekilde yaşadım. 

Okul, askerlik ve iş silsilesinden sonra kendimi evlilik kurumu ile karşı karşıya buldum. Fizyolojik gereklilikler bir tarafa evlilik kurumunu  doyasıya mutlulukla yaşadım. 

Hayat her zaman güzel yüzünü göstermiyor. Mutlu sürdüğünü sandığım evliliğim boşanma ile neticelendi. İşte bu noktadan sonra hayatımda bir değişim yaşandı. Acaba nerede hayata yaptım diye kendimi sorgulamaya başladım. Haliyle suçlamalara da maruz bıraktım kendimi. 

Hayatın her aşamasında sosyal biri olmuş olsam da boşanma sonrasında yaşamış olduğum süreçte içime kapandım. Gerek arkadaşlarımdan gerekse ailemden uzaklaştım.

Bir tarikat ehli nasıl ki kendisi ile yüzleşmek için kendisini çilehaneye kapatarak günlerce inzivaya çekiyor ise ben de kendimi kitaplara verdim. Eski arkadaşım ile yeniden birbirimize kavuştuk, hasbihal ettik ama tek bir arkadaşla hayat geçmiyor ki bu arkadaş söylenenlere yanıt vermiyor ise biraz daha kendinizi yalnız hissediyorsunuz. Yalnızlıktan kurtulmak lazım gerek diye farklı bir yola çıktım. Anlayan anladı. 

Önce bir hemşehri derneğinin toplantılarına daha sık katılmaya başladım. Sonra meslektaşlarımın kurmuş olduğu kamu yararı güden bir dernekte yer edinmeye çalıştım kendime. Ne olduysa orada olan oldu. Meslektaş derneği ile birlikte bir gün Eski İstanbul'a dair rehber eşliğinde bir tura katıldım. 

O zamana kadar rehber eşliğindeki turları fuzuli görürken o zamandan sonra bir bağımlılık yaşadım. Rehberimin eşliğinde 3 ay içinde 7 farklı tura katıldım, yetmedi kendi başıma Eski İstanbul'u gezmeye başladım, o da yetmedi yeni bir rehber grubunun turlarına iştirak etmeye başladım. 

Bu turlar esnasında kendimde iki eksiklik hissettim. Biri mitolojinin sanattaki yansımaları, diğeri ise felsefe-tarih ilişkisi oldu. Her hangi bir konuyu derinlemesine; eksik bırakmadan araştırma hastalığımdan dolayı okumaya başladım ama öyle tek kitap ve günde 5-10 sayfa ya da yarım saatlik süreçlerde sınırlı olmamak kaydıyla. Adete şahsi bir aydınlanma süreci yaşadım. Özellikle işlerin sakinliğinden fırsat bularak yaz aylarında ve adli tatilde günde 50-60 sayfadan az olmamak üzere, hem okuyarak hem not olarak hem de düşünerek geçen 5-6 saatten az olmamak üzere kafa patlatma sürecine dahil oldum. Tabi kendimi okumaya verince yazmaya fırsat bulamadım ama sırası gelmişken de bu yazıyı yazma zorunluluğu ortaya çıktı. 

Hayatın temeli ekonomi olunca önce ekonomi, sonra sırasıyla, 16 senedir bekleyen felsefe, 18 senedir bekleyen batı uygarlıkları, 5 senedir bekleyen Klasik Yunan Mitolojisi başta olmak üzere ondan fazla kitap okudum. Arada sanat tarihi ve Bizans Tarihi üzerine araştırmalarda ve okumalarda bulunmuş olsam da, gezilerim özelinde eski İstanbul tarihi üzerine yoğunlaşmaya karar verdim. Pazar günlerini de rehberli turlara ve serbest yürüyüşlere ayırdım. 

Son dönemdeki eski İstanbul turlarımdaki fotoğraflarımı sosyal medya sayfalarımda herkese açık olarak paylaştım ve paylaşmaya devam ediyorum. 

Var olmuş olan Bizansı; Roma(= Paganizm ve Hristiyanlık Tarihi), Antik Yunan ve özellikle mitoloji kaynakları özelinde anlamaya çalıştım. Zaten bu üç kaynaktan beslenmezseniz Bizans Tarihi sizler için yüzyıllardır ayakta olan devasa taş yapılardan ve imparatorların savaş maceralarından öteye geçemez. 

Madem din hayatı Bizans özelinde bu kadar önemli olmuş neden bu din hayatının bu kadar etkili olduğunu anlamaya çalıştım. Yazın bir komşumuzun kitap sergisinden almış olduğum geçen başlayarak bugün bitirmiş  olduğum Din Psikolojisi (Yazarı Prof. Dr. Fatma Gül Cirhinlioğlu) isimli kitabını okuyarak bir süre dinlenmeye karar verdim. 2018 yılında fırsat ve konu buldukça yazmaya devam edeceğim. 

Evet. Bıkmadan buraya kadar okuyarak geldiniz. Peki neden din? 

Kitabın alıntı yapmış olduğu yabancı kaynaklar sebebiyle  ağırlıkla olarak Hristiyanlık konulu anketlerden bahsediyor ise de anket sonuçları ve bölüm sonlarındaki özetlerden kıyaslama yaparak din kavramının hangi ihtiyaçtan doğduğunu, neden güçlü kaldığını, standart yaşamımızda neden önemli bir yer tuttuğunu anketlerden ve monografilerden yola çıkarak psikolojik sebepleriyle anlayabilmeye başladım.  

Boşandıktan sonra dine sarıldım dersem yalan söylemiş olmam tabi bu sarılma genel hali ruhiyeme göre daha yoğun uhrevi sorgulamalardan ve duadan öteye gitmemiş olsa da spontane olarak gelişti. 

Anadolu topraklarından birçok uygarlık geçti. Yüzde 99'u Müslüman olan bu topraklarda ortaya çıkan tasavvuf düşüncesi İslam'ın Balkanlarda yayılmasına yardımcı oldu. Önce gönüller sonra topraklar fethedildi. 

Dindar olmayan bir insanın kendisini dinde bulmaya çalışması ayrı bir paradoks. Bu paradoks ben de bir gruba dahil olma ya da birini etkileme yönünde gelişmedi. Zaten bunu yapacak ne entelektüel alt yapım var ne de tarihsel (ailevi) geçmişim var.  

Her ne kadar ülkem batıya yüzünü çevirmiş olsa da Ortadoğu kültüründe yaşıyoruz.  İslam ülkesi görünümündeyse dahi Pagan, Hristiyan ve Musevi inancın etkisi altındayız. 

Ahlaki tartışmalarda kendimi bulmuş olsam da tartışma konularım din paragrafında daha çok yer kaplıyor. Din artık dua ve ibadet gibi formaliteleri yerine getirmekten öte cevapsız soruları uhrevi yanıtlar aramaya çalışıyor benim için hatta dua ötesinde bir yakarış oluyor. Artık daha çok dua ediyorum. Yaradana daha çok bağlandım. Ancak bu bağlılığımın derecesini ölçebilecek bir cetvele sahip değilim. Zaten herhangi bir totem veya tabu sahibi değilim. 

Dinin sahip olduğu sembolik kavramları daha derinlemesine irdeliyorum. Bir şeylere sebep bulmaya çalışmaktan bundan kaynaklanmış olsa gerek. Rasyonel bir din bakış açısına sahip oldum diyebilirim. 

Dinsel inanç dini kurumlarda yaşanıyor. Tabii ki tek başına ibadet ediliyor ama sonuçta birey bir  grubun parçası oldukça insan kendisini biraz daha güçlü hissediyor. Asıl amaç mutlu olmak. Zaten bu mutluluk davranışlarına yansıdığı zaman insan kendi psikolojisindeki düzelmenin farkına varıyor. Çevremdeki insanların benim hali ruhiyemdeki olumlu yöndeki gelişmelere şahit olmasının sebebi de bu olsa gerek. 

Çocukluk dönemimiz okul ve aile değerleri arasında koşturarak geçti. Karşılaştırma yaparak üniversiteye kadar geldik. Sonrasında yeni dünyanın farkına vardık. Onun bir parçası olduk. Dünya okul ve aileden ibaret değilmiş. Şahsen ben bu farkındalığı yaşadığımı unutmuştum. Şimdilerde yeniden farkına vardım; biraz geç oldu; 37 yaşında. (Gülme emojisi; kendi kendisi ile alay emojisi)

Aslında olgunlaşma da yaşanılmış olan trajedilerden sonra hayata yeniden kaldığın yerden ama farklı bir bakış açısı ile bakmak değil mi? Keşke bir trajedi yaşamamış olsaydım ama o da olması ben kendimi bulamayacaktım. Ne aile ne de eğitim bu trajediye merhem sürmekten öteye gidemiyor, insan kendi kendisi keşfedecek ki yeniden hayata dönebilmiş olsun, yaşadıklarım ile sabittir bu durum. İsteyen yaşayarak deneyebilir. Zaten benim söylediklerim de nafile, yaşayarak öğreneceksiniz. 

Ne eğitim, ne para, ne de iş, sorunlarımı çözmeye yeterli olmadı. Sosyal ve ekonomik faktörler benim kendimi bulmama yardımcı olamadı. 

Ailemin ve yaşadığı toplumun etnik ve dinsel kökenlerinden çözüm bulmak daha kolay geldi diyebilirim. Gelenekleri yeniden keşfetmenin mutluluğunu yaşıyorum. Yeni dünyayı yeniden keşfettim farkındayım. Dönemsel döngüyü yeniden yaşıyorum. Yeniden doğdum diyebilirim. Artık 9-10 aylık, mitolojiden kelebek diye kendisine ifade bulan dönem içinde hissediyorum kendimi.

Yazarın tabirinden yola çıkarak içsel dini güdülenmemden bahsedersem ahlak kuralları ile dini değerlerinin karışmasını yani bir sentezi yaşıyorum. Zaten bunlar birbirinden kesin sınırlarla ayrılamıyorlar. Yanlış mı düşünüyorum? 

Yine yazarın ifadesiyle dışsal güdülenmem de bütünün bir parçası olmaktan kaynaklı görünüyor ise de aslında genele yayılmış durumda. Kimi zamanda incelediğim uhrevi konuyla alakalı izlemiş olduğum filmden de mesajlar çıkarıyorum, hatta yeri geldikçe gözyaşı akıyorum ki filmin konusu benim dinin değilse de. Tarihe var olmuş kişiliklerin, yaşamış oldukları zorluklara karşı bulmuş oldukları çıkış yolları karşısında, benim de bir çıkış noktası bulmam, belki de benden daha çok zorluk yaşamış olanları gördükten sonra, kendi halime acımaktan vazgeçerek yeniden ayağa kalkabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyor olmam. Şiirsel değil tekrar ediyorum, yaşadığımı yazıyorum, onları okuyorsunuz, başkalarının yaşamından bir alıntı değil, bizzat beni okuyorsunuz. 

Hangi din olur ise olsun, kişi bağlı bulunduğu dini sorgulayamaz, hele dini konuda eğitim almamış ise, kıyaslama yapabilecek bilgi sahibi değilse ya da tarihsel kökleri din ile yoğrulmamış ise bunu bilinçli olarak yapabilmek mümkün değil. 

Yazdıklarım belki gereksiz ayrıntılara ihtiva ediyorum. O zaman sonuca bağlanma zamanı. Kendimi bedenen ve ruhen sağlıklı hissediyorum. Yapmış olduğum yürüyüşler sayesinde olması gereken kiloma yaklaştım artık daha dincim ve kendimi sağlıklı hissediyorum. Psikolojik olarak kendimi daha huzurlu hissediyorum ki göreceli olarak daha zor koşullarda yaşıyor olduğum halde. Zorlukların üstesinden daha rahat geliyor gibiyim hatta biraz daha zorlukların üstüne gider gibi hissediyorum. Geçmişte yapmadığı mücadelenin yeniden içinde gibiyim ama bu sefer daha aktif bir şekilde.  Uzun soluklu bir savaşta gibiyim ama daha güçlü bir biçimde, biraz daha stratejik düşünerek daha az enerji ve emek ile yaşıyorum sanki derviş misali, bir lokma ve bir hırka ile.

Artık hatalarımın farkındayım. Başkalarının da hatalarını onlar yapmadan görmeye başladım dersem kahinlik yapmış olmam herhalde. Ama eskisi gibi müdahale etmiyorum artık. Etsem de nafile çünkü su akıyor ve bu akışa müdahale edemiyorsun. Ama hata yapacak olan kişi değer verdiğin bir kişi ise o zaman yine eskiye dönüyor ve hataya; aslında hayata müdahale ediyorum. Ne yapayım illa ki travma mı görmek zorundayım. Değer verdiğime kıyamıyorum. Kusura bakmayın, sizin hayatınız ama müdahale etme zorunda hissediyorum diyorum, uyarıda bulunuyorum ve sessizce geri çekiliyorum. Ket vurduğum kişi hiç tanımadığım bir kişi bile olabiliyor bazen. 
Zorluklarda baş etme kabiliyetim biraz daha gelişti. Hayatı akışına bırakmayı yaşayarak öğrendim. Fedakarlık ediyorum ama tek taraflı fedakarlıklarla zaman kaybetmiyorum. Başta ailem ve arkadaşlarım olmak üzere bana değer verenlere zaman harcıyorum. Beni aramayanları aramıyorum artık. Mutlak, çözümü olmayan sorunları tartışmıyorum artık. Zaten tartışsam da olacağın önüne geçmeye ne takatim var ne de kabiliyetim. 

Yeni yıl yeni umutlar demek. Ön yargılardan uzak, geçmişi de gözardı etmeyerek iyi bir yıl geçirmeniz dileği ile yeni yılın ilk yazısını noktalıyorum. Sabredip sonuna kadar beni okuduğunuz için sizlere teşekkürü bir borç bilirim.