Sayfalar

7 Kasım 2017 Salı

İstanbul Surları Turu Notları

İstanbul Şehri, uygarlık tarihi boyunca önemli bir kavşak noktası olmuştur. Hani tüm yollar Roma'ya çıkar derler ya, bence o Neo Roma yani İstanbul'un ta kendisidir. 
İstanbul'un gün geçtikte yaşanmaz hale geliyor. İlk kez bu sene tersine göçün meydana geldiğine dair gazete haberi ile güne değişik bir başlangıç yaptım.

Daha önceki İstanbul Suriçi gezilerim ya bir rehber eşliğinde ya da plansız yürüyüşler çerçevesinde gerçekleşmişti. 

Bir Kadıköy sakini olarak İstanbul'a karşıdan bakıyor olmanın vermiş olduğun avantajı bir fırsata çevirerek İstanbul Yürüyüşlerimi bir program dahilinde yapmaya karar verdim. 

Genelden özele bir gezi programı yapmak daha pratik geldiği için öncelikle Eski İstanbul'un tümünün genelini ilgilendiren bir konu bulmam gerekiyordu. İlk akla gelen zamanında Eski İstanbul'u çepeçevre sarmış olan İstanbul Surları oldu. 

Bir pazar sabahı sabahın yedisinde uyanıp uyuyamamış olmanın etkisi ile evden çıkmaya karar vererek uzun zamandır hayalini kurduğum Eski İstanbul'u surların dışından yürüme fikrini uygulamaya koymaya karar verdim. 

Daha önce yapmış olduğum hesaplamada yürümem gereken rotanın uzunluğu yirmi kilometreden biraz daha uzun idi. En kötü ihtimal yorulursam otobüse atlar geri dönerim diyerek yola koyuldum.

Sirkeci Marmaray İstasyonun'dan başlamak kaydıyla yola çıktım. İlk önce Sepetçiler Kasrı'nın önünden geçtim. İkinci durağım Sarayburnundaki bayrak diğeri ve hemen dibinde bulunan ama ilk kez farkına varmış olduğum devşirme kaide üzerinde bulunan Atatürk heykeli oldu. 

Her daim Saray'ın bahçesinden Sarayburnu'na bakarken bu sefer Sarayburnunda Sarayı fotoğraflama fırsatı buldum. 

Sarayburnu'nun biraz ilerisinde açık bir kaç kapı bulmuş isemde Saray'ın bahçesinin eteklerindeki demiryoluna girmeye cesaret bulamadım. Ne olur ne olmaz dedim.

Türkiye'nin ikinci en büyük feneri olduğunu öğrendiğim Boğaz Girişindeki feneri geçtikten sonra Marmara kıyılarına yönümü çevirmiş oldum. 

Kıyıdan içeri girerek Küçük Ayasofya'yı ziyaret ettim. Cumbalı eski İstanbul evlerinden bir kaç kareyi fotoğraflayarak ölümsüzleştirdikten sonra Yenikapı istikametine doğru yöneldim. 

Yol üzerinde değişik mimarisi sebebiyle dikkatimi çeken ahşap binanın yaklaşınca bir Ermeni kilisesi olduğunu farkettim. Halihazırda içeride pazar ayini devam etmekte olduğu için saygısızlık olmasın diye fotoğraf çekmeden kiliseden ayrıldım. 

Surların kalan son parçaları zamana meydan okumakta ise de surların içinden çıkan ağaçları görünce doğanın kendisin ne kadar güçlü olduğu bir kez daha idrak ettim. 

Yedikule'de haliyle surlar karaya dönünce güneyden kuzeye doğru surları takip etmeye devam ettim. Yedikule girişinde kapıdan bir ara Yedikule zindanları gezmek istedimse de bu geziyi ayrı bir günü erteledim ve yoluma devam etme kararı aldım. Ne de olsa hedefim tüm surları dışarıdan yürüyerek aşmaktı.

Daha önce defalarca araç ile surların önünden geçmiş isem de yaya olunca kara surları tüm haşmeti ile karşıma çıktı. Kara surları ile ilgili en önemli sürpriz surların hemen dibinde tarımsal faaliyette bulunan vatandaşlar oldu. İstanbul'da sebze yetiştirecek başka yer yokmuş gibi bu insanlara kültürel miras alanında nasıl tarımsal faaliyette bulunmalarını izin verdiklerine şaşırdım kaldım.

Kara surların belki de en ayırt edici özelliği belirli aralıklara bulunan ve bulunduğu semtlere isimlerini vermiş olan kapılardı. Bunlar içinde en dikkatimi çeken Silivrikapı oldu. Kapının girişindeki mezarda yatalı bulunan Seyit Mehmet Haydar Dede için Fatiha okuduktan sonra yoluma devam ettim. 

Edirnekapı yakınındaki tarihi taş köprünün hizasındaki yokuşta muvakkalarla kayan çocuklar masumiyetleri ile güne damga vurdular. 

Edirnekapıdan Ayvansaray'ya inerken yorgunluk başgöstermeye başladı. Yürüyüşümün yaklaşık dörtte üçlük bölümünde birkaç dakikalık istirahatler yeterli oluyorken sona doğru hem molaların sıklığı hem de süreleri artmaya başladı. 

Balat civarında yine sahilden uzaklaşıp Vodina Caddesine yöneldim. Balat'ın havasını teneffüs ettikten sonra Cibalikapı hizasından Küçükpazara yöneldim. 

Unkapanı köprüsü hizasında yorgunluk iyice baş gösterinde tek hedefim sağsalim Marmaray'a ulaşmak oldu. 

Sirkeci'den Galata manzarasını kısaca seyrettikten sonra  Sirkeci Garı'nı fotoğraflayıp yürüyüşümü sonlandırdım. 

İnsan sınırlarını zorlayınca hayattan farklı tat alıyormuş. Yirmi kilometrelik bu yürüyüş ile eve varınca aklımdan tek geçen İstanbul'a ayaklarım feda olsun demek oldu tabi sabah ayak ağrısı ile uyanıp gün boyu aşil tendonu ağrısı çektikten sonra bu kadar uzun süre yürümeme kararı aldım.  

Başka bir yürüyüş sergüzeştinde buluşmak üzere.