2 Şubat 2022 Çarşamba

Küba Turu

1. Gün 

İstanbul Havalimanı’nda rehberimizle check-in işlemlerini yapıp uçağımıza biniyoruz. 

Havana San Jose Havalimanı’na iniyoruz.  Misafirlerimizi tropikal iklim sıcaklığı yüreğini dokunmuş gümrük memureleri karşılıyor.

Havaalanından lokal rehberimizle otelimize gitmek üzere otobüse binerken 1960’lı yıllardaymış gibi bir hisse kapılıyoruz. 

Bizleri Karayipler’inin en güzel adası yemyeşil Küba’nın flamboyan ağaçları karşılıyor. Türkçe’de ateş ağacı olarak bilinen bu ağaçların kırmızı, beyaz, pembe renkleri misafirlerimizi büyülüyor. 

Yollarda kamyonların otobüs, at arabalarının minibüs olarak kullanıldığı, sabanla tarım yapılan ve sayısı 30.bini aşkın ve hala çalışan 60 model geniş Amerikan arabalarının büyüsene kapılıyoruz. 


Havana şehir turumuza şehrin en yüksek noktasında yapılmış olan Devrim Meydanı’nda  Küba’nın Atatürk’ü diyebileceğimiz San Jose heykelini ve Küba Bayrağındaki yıldızı görerek başlıyoruz. 


Devrim Meydanı, ülkenin bütün şehirlerinden gelen sendikalar, öğrenci grupları, devlet memurları ve tüm Sosyalist Küba halkının sabah 04.00’te toplanmaya başlayarak geçit töreni yaptığı yerdir. Her 1 Mayıs günü, Onbinlerce insanın       “Ya Sosyalizm Ya Ölüm” haykırışlarını duyar gibi oluyoruz. 


Küba’nın kurucusu, özgürlük savaşçısı, büyük filozof San Jose’nin Rosa Blanca  (Beyaz Gül) şiirindeki  devrimci, direniş ruhunu da göz ardı etmiyoruz. 


Cultivo una rosa blanca

En junio como enero

Para el amigo sincero 

Que de da su mano franca.


Y para el cruel que me arranca 

El corazón con que vivo,

Cardo ni ortiga cultivo;

Cultivo la rosa blanca.


San Jose




Ben beyaz gül yetiştiriyorum

Hem Temmuzda hem Ocakta

Bana dost elini veren

İçten arkadaşım için

Birlikte yaşadığım bu kalbimi parçalayan

Acımasız için

Ne kengerotu ne de ısırganotu yetiştiriyorum

Ben beyaz gül yetiştiriyorum. 

San Jose


İspanyollar, İstanbul’un fethi sonrasında İpekyolu’nu kullanıp, Türklere gümrük vergisi vermemek için, Hindistan’a ve Çin’e deniz yoluyla ulaşmak istediler.


İspanya Kraliçesi Isabel (ki Kristof Kolomb ile yasak aşk yaşağıdı rivayet edilir ) ve İspanya Kralı Fernando Kristof Kolomb’a gemi ile hep batıya gidilirse Hindistan’a varılacağı fikrini ve projesine destek verdiler. 


Kristof Kolomb önce gemi ve mürettebat bulamadı. En sonunda hapishanelerden mahkumları toplayarak; La Nina, La Pinta ve Santa Maria gemileriyle meçhule doğru yola çıktı.  Altı ay sonra gemide isyanlar başladı. Kristof Kolomb’un Hindistan’a varma inancını kaybetmeye başladığı o günlerden birinde martılar göründü. Bu martılar karaya yaklaştıklarının işareti idi ve gemilerden büyük zafer ve sevinç coşkusu yaşandı. 


Sonunda kara göründü ve Bahamalar’da Guanahani’ye ayak bastılar. Önce burayı Hindistan zannettiler ve buraya Hindistan ve yaşayan yerlilere Hindistanlı anlamına Indigenos (Indians) adını verdiler. Günümüzde de Amerikan yerlilerine bütün dillerde Hindistanlı denmektedir. 


Cuba yerli dilinde büyük ada anlamına gelmektedir. Yerlilerden Cuba! Cuba ! Cuba! İsmini duyan istilacı İspanyollar sonunda Küba’ya vardılar.  


İstilacılar, ilk yerleşim yeri olarak, adını Kabile reisinin kızı Havana’dan alan, Küba’nın bugünkü başkenti Havana’yı seçtiler. 


Havana, İspanyol istilacıların Amerika kıtasında ilk ve terk ettikleri son kaledir. 


Küba iklim ve toprak kalitesi itibariyle dünyanın en iyi puro tütünlerinin yetiştiği yerdir. Tanrının bir lütfu olan bu coğrafyada, bir cennet bahçesinde şeker kamışı tarlalarında, yerlilerden verim alamayan İspanyol istilacılar, Afrikalıları çalıştırmak üzere getirdiler. İşte Küba’da var olan kültürün ilk tohumları atıldı yaklaşık 500 sene önce atılmış oldu.


Kuzey Amerika’daki ayrımcı politikalardan farklı olarak, Küba’ya köle olarak getirilen Afrikalılar, İspanyol istilacılarla entegre oldular. Afrikalıların çocukları ile İspanyol istilacıların çocukları Flamboyan ağaçlarının altında oynarken birbirlerine aşık oldular. Ateş ağacı aşk ağacına dönüştü. Kölelerin sahibi olan burjuva aileler bu aşklara engel olamadılar. Küba’da, Kolombiya’da, Venezuela’da melez bir ırk ortaya çıktı.  Nüfusunun yarısından fazlası melez olan bu halk bugün dünyanın Buena Vista Social Club müzik Cemiyeti ile  Celia Cruz, Omara, Maria Teresa Vera, İbrahim Ferrer olarak bilinen ses sanatçılarını yetiştirdi. 


Bu topraklar, Küba’nın tanınmasında önemli rol oynayan dünyaca ünlü balerin Alicia Alonso’yu da yetiştirmiş olup onun ismi gençlik iksirine adını vermiştir. Dünyaca ünlü tanınan, aranan ve aylarca öncesinden sıra beklenerek temin edilen bu cilt bakım ürünlerini de bir marka haline gelmiştir. 


Havana gezimize Devrim Meydanı’nın sonra, Miramar mahallesinde devam ediyoruz.  Küba Devrimi öncesinde Amerikalı üst gelir grubunun yaşadığı bu mahallede bugün de büyükelçilik binalarını bulunduğu mevcuttur. Adeta saray yavrusunu andıran bu binalar büyük bahçelerin üzerinde kuruludur. Bu saray yavrularında halen Amerikan üst gelir grubunun ihtişamlı yaşamından izler taşımaktadır. 


Modern Havana’nın yeni mahallerinden olan Vedado’yu geçtikten sonra Malecon ismindeki kordonboyunda ilerleyerek San Francisco meydanına geliyoruz. Bu meydan ana rıhtımın ve gümrük binasının da yer almış olduğu en eski meydandır. İsmini 16.yy’da inşa edilmiş olan katedralden almış olan bu meydanda yer alan ticaret ve borsa binasının çatısındaki bronzdan tüccarların tanrısı Hermes heykelini de gözden kaçırmıyoruz. 


San Francisco Katedralin önünde bulunan heykeli El Caballero de París’in sakalı ve ayağı ile poz vererek fotoğraf çektirmeyi unutmuyoruz. Kahramanız sosyal medyanın olmadığı o dönemde fenomen olmuş biri olup heykeli dikilmiştir. Efsaneye göre kendisi zengin bir tüccarken iflas edince borçlarını ödeyemeyip hapse düşmüş, akıl sağlığına düçar olmuş, hapisten çıktıktan sonra meydanda elinde gazetelerle bir ileri bir geri volta atarken fenomen olmuş biridir. 


San Francisco meydanından yürüyerek Mercaderes Caddesi boyunca ilerleyerek, trafiğe kapalı eski havana sokaklarında La Plaza Katedral, La Plaza Vieja , La Plaza de Armas meydanlarında kayboluyoruz. 

Zamanında Kristof Kolomb’un kemiklerinin İtalya’ya kaçırılmadan önce mezarının bulunduğu La Plaza Katedral’ı ziyaret ettikten sonra Ernest HEMINGWAY gibi ünlülerin de içtiği Mojito’yu La Bodeguita del Medio’da içmeyi unutmuyoruz. 


La Plaza Vieja’ya gidiyoruz. Bu meydanda Yoruba dinine mensup falcılarda fal baktırıyoruz ve tipik Küba kıyafetlerini giymiş Küba kadınları ile fotoğraf çektiriyoruz. Meydandaki çeşmeyi gördükten sonra Obisbo caddesine doğru yürüyoruz. 


Türkiye’den getirmiş olduğumuz hediyelik eşyaları çatkapı Kübalı ailelerin evlerini ziyaret ederek veriyoruz. 


La Plaza der Armas Meydanı’nda başlayan ve El Parque Central Meydanı’nda biten; İstiklal Caddesi’ni andıran araçlara kapalı yaya yolunda restoranlar, kafeteryalar, İlkokul binası, eczane ve Kübalıların karne ile alışveriş yaptıkları bakkalları görüyoruz. Bu cadde üzerinde Mercaderes Sokağı’nın başlangıcından Ambos Mundos Otel’in 511 numaralı odasında Ernest HEMINWAY’ın odasını görmek mümkün. Vaktiniz olduğunda bu otel terasında Havana Club romu ile yapılmış Daiquiri içebilirsiniz. Ama ben daiquiri’yi Ernest HEMINWAY’in içtiği yerde içmek istiyorum derseniz  Obisbo Caddesi’nin sonuna kadar yürüyüp Florida Bar’a uğrayabilirsiniz. 


Hemen önünde El Parque Central, New York Central Park’a öykünmüştür. Parkın hemen karşısında Alecia Alonso El Teatro Nacional – Milli Tiyatrosunu görebilirsin. Bu tiyatronun yanında Otel Inglatera ve diğer tarafında Capitolio Parlamento binasını görmek mümkündür. Parlamento binası Beyaz Saray’ın kopyası gibidir. 


El Parque Central’den denize doğru yürüdüğünüzde El Paseo Prada yürüyüş yolunu takip ettiğinizde bugün Devrim Müzesi olan Başkanlık Sarayı’nı görebilirsiniz. Devrimden önceki son başkan Batista buradaki odasından kaçmış ve Fidel Castro’da devrimi yaptıktan sonra bu başkanlık sarayının balkonunda konuşma yapmıştır. Bu müzenin bahçesinde 1959’da Fidel Castro, Raul Castro ve Che Guavera, Cienfuegos ve devrimcilerle toplamda 81 kişinin Meksika’dan Küba kıyılarına ulaştığı Granma adlı tekneyi görebilirsiniz. 


Malecon Kordonbuyuna ulaşınca karşımızda El Moro Kalesi’ni görmekteyiz. Eski Havana Şehir Limanı işte bu halicin içinde kurulmuştur. Bulunduğumuz bu nokta halicin Atlantik Okyanusu’na açılan ağzıdır. Bu noktadan halicin diğer tarafına doğru yürüdüğümüzde Atatürk’ümüzün Heykelini göreceğiz. 


Heykel bir parkın içinde bulunmakta olup bu park da diğer dünya liderlerinin ve düşünürlerinin heykellerini görmemiz mümkündür. Fidel Castro tarafından yapılmış olan bu parka Atatürk’ümüzün heykeli devrimci, ilerici bir düşünür olarak uygun görülmüştür. 


Atatürk’ümüzün heykelini gördükten sonra araçla, denizin altından bir tünelden geçerek halicin diğer tarafındaki El Moro Kalesi’ne ulaşıyoruz. Oradan “Sana bir tepeden baktım Aziz Havana” diyerek fotoğraflar çekiyoruz.  


Aynı zamanda ananas kabuğunda pinacolola kokteyli içmeyi ihmal etmiyoruz. Yol üstünde vaktimiz olursa Che Guavera’nın ofis olarak kullandığı binayı görmek de mümkündür. Biraz daha ileride de beyaz renkli Hz. İsa heykeli karşımıza çıkmaktadır. 


Araçla San Jose hediyelik eşya kapalı pazarına gidiyoruz. Orada isteyenlere Kübalı sanatçıların yağlıboya eserlerini ve ayrıca el yapımı hediyelik eşyaları alma ve siparişlerin tamamlama fırsatı sunuyoruz. 


Bir Küba klasiği olan üstü açık Amerikan arabaları ile şehir turumuza devam ediyoruz. 


Malecon’dan Capitoljo binasını görüp Çin Mahallesi’ni geçip tekrar Malecon’a bağlanıp Havana Centro, Vedado ve Miramar bölgelerini görüp otelimize varıyoruz. 


Otele vardığımıza akşam yemeğini dünyanın en sanatçılarını yetiştirmiş olan Boena Vista Social Club müzik cemiyetin program yaptığı 200 yıllık tarihi handa mükemmel canlı müzik eşliğinde yiyoruz. İçtiğimiz Havana Club romu ile yapılmış daiquiri, pinacolada, cubalibre, mojito kokteyllerinin bize vermiş olduğu rehavetle ve içtiğimiz dünyanın en iyi Küba purolarının dumanında dans eden çiftlere eşlik ediyor ve kendimizden geçiyoruz. 


2. Gün 


Otelde kahvaltıdan sonra araçlarımıza binerek Pınar del Rio şehrine doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık  2 saat sonra mola verdiğimiz nokta Cuba’da toplam 28 çeşidi olan palmiyelerin en ilgincini sadece burada olan endemik hamile palmiye ağaçlarını görüyoruz. Burada isteyen misafirlerim yine pinacolada kokteylini ananas kabukları içinde alabilirler. 


Moladan yaklaşık bir saat sonra Vinales Vadisi’ni kuşbakışı gören ve asırlık flamboyan ağaçlarının ki bunlar çınar ağaçlarından daha fazla gölge veren ağaçlar olup bizleri hayretler içinde bırakıyor. 


Milyonlarca yıl önce denizaltındaki mağaralarda oluşmuş kare şekilli dağları görmekteyiz. Yeşilin bin bir tonunu gördüğümüz Vinales Vadisi bizleri bu gösteriyi yapmak için milyonlarca yıl hazırlık yaptığını ve iyi ki buraya geldiniz dercesine doğanın mucizesi ile baş başa bırakıyor. 


Fotoğraflarımızı çektikten sonra önce La Cueva’de Indigenas Mağarası’nı ziyaret ediyoruz. Bu mağaranın girişinde şeker kamışını portakal sıkar gibi suyunu çıkartan Kübalı melez kadınların elinden içmeyi unutmuyoruz. 


Mağara’da sarkıt ve dikitleri gördükten sonra mağara içinde var olan yeraltı nehrinde botlarla kısa bir tur yapıyoruz. Bu mağarada botun kaptanı bize elindeki lazer ışıkla ve fenerle deniz yıldızı, Kristof Kolomb’un üç gemisini ve şampanya şişesini ve benzeri figürleri gösteriyor. 


Mağaradan çıktıktan sonra güzel bir açık hava restoranında fırında Küba usulü yapılmış tavuk ve aynı zamanda salata ve Küba tatlısından oluşan menüyü alıyoruz. Yemekten sonra Küba Kahvesi içmeyi ihmal etmiyoruz. Kahvenin yanında Küba purolarını da tüttürüyoruz. 


Küba puro tütünlerinin yetiştirildiği 15 dakika mesafedeki çiftliğe ulaşıyoruz. Orada dünyanın en iyi tütün yapraklarının yetiştirilmesi, fermantasyonu ve sarımını, istiflenmesi ve satışı konusunda bilgi alıyoruz. İsteyenler buradan birinci elden puro alabilir. Sahir günlerinde denk gelirsek Pınar Del Rio Şehrinin merkezindeki puro fabrikasına uğruyoruz. İşte orada bu efsane olmuş bacaklarına puro saran Kübalı güzel kadınları puro yaparken görüyoruz. Bu fabrikada çalışan kadın işçiler dünya klasiklerini ve klasik müzik eserlerini radyodan dinlemektedirler. 


Çiftlik ziyaretimiz sonrasında Mural de la prehistoria rotayı çevirip 180 x 120 metre ölçülerindeki dağın yamacına yapılmış resim önünde fotoğraflar çekiyoruz. Bu resimde Küba’nın meşhur mavi ve kırmızı renkli salyangozlarını ve yine Küba’daki  coğrafyanın paleotik dönemden bugüne evrilmesini anlatan evrim teorisini simgeleyen dinazor ve insan figürlerini görüyoruz. Fidel Castro’nun ricası ile arkadaşı ve aynı zamanda üniversite profesörü  Leo Vigildo Gonzales Morio ve 60 öğrencesinin 1961 yılında tamamlamış oldukları muhteşem bir resim bizi farklı dünyalara götürüyor. 


Günün sonunda otelimize dönüyoruz. Biraz istirahat ettikten sonra Tropicana Show’a gidiyoruz. Bu Show 1934’ten beri kesintisiz devam etmekte olup Küba’nın ABD tarafından cennet bahçesi olarak Hollywood filmlerinde defalarca gösterilmiş 200 kişiden fazla ekibiyle muhteşem bir gösteri ve müzik ziyafetini alıyoruz. Bu gösterinin sonunda isteyen misafirlerimiz piste çıkıp Küba müziği işliğinde salsa yapabilirler. Gösteriden sonra otelimize dönüyoruz. 


3. Gün 


Küba’nın en güzel noktalarından biri olan Trinidad’a yola çıkıyoruz. Havana’dan yola çıktıktan sonra yaklaşık 3 saat sonra Santa Clara şehrine varıyoruz. İşte bu şehir Che Guevara’nın şehri olarak bilinir. Bu şehirde Che Guevara Batista’nın askerleri ve mühimmatı ile dolu olan treni devirmeyi başararak 26 aylık özgürlük savaşının kırılması görmekteyiz. Che Guevara Batista tarafından gönderilen yüzlerce askerin ve vagonlar dolusu mühimmatının olduğu treni dozerle raylarını bozarak devirip ve ele geçirmeyi başardı.  Bu kırılma anı sonrası Batista Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı ve devrimciler savaşı kazandı.  Santa Clara Che Guevara Anıt Mezarınında bulunduğu bu müzede Che Guevara’nın kişisel eşyaları ve fotoğraflarını görebiliyoruz. Diğer bölümmde Che Guevara’nın Bolivya’da mücadele verdiği 28 silah arkadaşının mezarını görmekteyiz. 


Yaklaşık 1,5 saat sonrasında Trinidad şehrine varıyoruz. Şehre vardığımızda bizi Arnavut Kaldırımı yollar ve 1960’ların Amerikan arabaları, at arabaları karşılıyor. 


Öğleden sonra bizim için özel olarak hazırlanmış Casa Particular ismi verilmiş olan Kübalı ailelerin hazırlamış olduğu evlere yerleşiyoruz. Akşam yemeği için Trinidad’ın en meşhur meydanı olan La Plaza Major’a gidiyoruz. Oradaki açık hava restoranlarında yemek yiyoruz. Meydanda çok çeşitli restoranlar ve açık havada canlı müzik yapılan, kocaman oturma olanı olan bir bar görmekteyiz. İsteyen misafirlerimiz Buena Vista Social Club müzik cemiyeti tarafından işletilmekte olan bu barda içkilerini yudumlayabilirler. 


Trinidad Meydanı’nda var olan eski şeker tüccarlarına ait saray yavrusu evleri sabaha bırakıp La Chancancara Barına gidiyoruz. Devrimcilerin dağlarda dar imkanlar ile ürettikleri Rom, bal ve limondan üretilen bu içkiyi canlı müzik eşliğinde tadımlıyoruz. Hediyelik eşya pazarını gördükten sonra Joruva dinine mensup insanların ibadet yerlerini ziyaret ediyoruz. Burada İspanyolların etrafından ilk ayin yaptıkları ağacı görmekteyiz. 


4. Gün


Sabah kahvaltısından sonra Cien Fueros şehrine doğru yol alıyoruz. Yolumuzun üzerinde ellerinde para yoldan geçen arabalara uzatan insanlar göreceksin. Bu insanlar sosyalizm ile birlikte artık paraya ihtiyaç olmadığını ve bu paralardan kurtulmak için sizlere verdiğini düşünebilirsiniz. Ne var ki toplu taşımanın neredeyse olmadığı bu ülkede, ekonomisi ambargolar nedeniyle kısıtlanmış olan Küba halkı,  bu cennet köşesini bir ucundan diğer ucuna;  ata arabasıyla, kamyon sırtında yolculuk yaparak bir şekilde çözüm bulmaya çalışırken, gururlu milletin bir ferdi olarak otostop ile değil parasını vererek seyahat etmeye çalışmaktadır. Küba’ya sezonunda giderseniz yolun üzerinde tezgah açmış yerli çiftçilerden kovasını 1 Euro’ya mango almanız mümkündür. Bu yolculuğumuz esnasında gerek köylerin gerek kasabaların içinden geçerken evlerinin önünde oturan misafirperver, güzel yürekli insanların sokak kültürünü göreceksiniz. 


Bir taraftan çiftçilikle uğraşıp fiziksel bir emek sarf etmek suretiyle hayata tutan 

Kübalı köylü kadınlarının şehir kadınlarını aratmayan makyajlı, güneş gözlüklü ve alım kıyafetleri misafirleri kendilerine hayran bırakacaktır.


Cien Fueros’ta iki sonra varıyoruz. Şehre girişinden itibaren bizi 150 yıl önce yapılmış  geniş bulvar karşılıyor. Bu keyifli karşılamadan sonra bu kasabada doğmuş ve daha sonra dünya çapında meşhur olmuş olan Benny More’ın heykelini görüyoruz. 


Oradan La Plaza Major şehir meydanındaki Theatre Tomas Terry’yi ziyaret ediyoruz. Bu tiyatro ismini aldığı hayırsever Tomas Terry tarafından 19. Yüzyılda yaptırılmıştır. 


Küba’da beyaz ırkı fazlalaştırmak için İspanyollar tarafından davet edilen Fransız göçmenlerin yapmış olduğu binalar, bugüne Küba’da ayakta kalmış tek Fransız ekolüne sahip yerleşim olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla Paris’teki Arch de Thiomphe’nin bir kopyasını burada görebilmekteyiz. 


La Plaza Major meydanında el sanat eserlerinin satıldığı bir pazar bulunmaktadır. Bu pazarda hem Trinidad hem de Havana San Jose pazarlarından olduğu gibi Küba’ya has “Çin’de üretilmemiş” el sanatkarı Luis Usta’nın ahşaptan el yormadı ve göz nuru yapmış ve boyamış olduğu Amerikan Arabaların maketlerini almayı kesinlikle unutmayın.  Bu arabaların Küba’daki Luis Usta dışında ve dünyada eşi benzeri olmayan ve başka yerde bulunmayan nadide eserler olduğunu hatırlatırız. 


Bir sonraki durağımız Palacio de Valle. Deniz kenarına kondurulmuş bu sarayın terasında misafirlerimizle Havana Club Romundan yapılmış limonatayı denizden gelen tropikal meltem esintilerinin eşliğinde yudumluyoruz. Bu saray dünyada damadını en çok seven kayınpeder benim diyen zamanın ünlü tüccara Celestino Caces tarafından ünlü İtalyan mimar Alfredo Colli yaptırılarak damadına hediye edilmiştir. Daha önce İspanya Granada’yı ziyaret etmiş olan misafirimizin muhakkak görmüş oldukları El Hamra Sarayı’ndaki Mağribi mimari uslup binlerce kilometre ötedeki bu villada karşımıza çıkacaktır.

Cien Fuegos’dan yolculuğumuza devam edip Havana’daki otelimize varıyoruz. 



5. Gün 


Misafirlerimizle daha önce görmüş olduğumuz Havana şehrini üstü açık Amerikan arabalarıyla konvoy halinde bir saatlik şehir turu yapıyoruz. Bu şehir turu esnasında yüksek sesli müzik eşliğinde şarkılara tempo tutarak eşlik ediyoruz. Yollardaki güzel yürekli Kübalı insanlar da bizleri tanımadan bu coşku seline kapılacaktır. Dileyen misafirlerimiz Amerikalı Yazar Ernest Hemingway’in yaşadığı eve gidebilirler. Serbest zaman da Havana Şehir Plajına gidip Karayipler kumsallarının tadını çıkarabilirler.  Karayipler dünyanın en güzel tüplü ve tüpsüz dalışlarının yapıldığı mercan resiflerine sahiptir.  Ayrıca dalış yapmak isteyenler bu turlara katılabilirler. 


6. Gün – Serbest Zaman


Misafirlerimize herhangi bir yönlerdirme yapmaksızın Havana sokaklarını keşfetmeleri için bir fırsat veriyoruz. 


7. Gün- Serbest Zaman ve Dönüş Yolculuğu