23 Aralık 2012 Pazar

Terör ve Deprem


Genel haftaki yazımızda hukuk ve hukuka ilişkin genel kavramlardan bahsetmiştik. İkinci yazımızı hazırladığımız süreçte terör ve deprem gündemine yetişemediğimiz gibi yaşanılan toplumsal travmadan biz de nasibimizi aldık. 
Terör olayı üzerine yapılacak yorumun çözüm odaklı olması gerektiğini düşünüyorum.  Diğer taraftan Van ve ilçelerinde yıkıma sebebiyet veren deprem Türk halkının zor günlerde bir araya gelebilme özelliğini bir kez daha gösterdi. Yaraların sarılması sürecinde yaşananlar yargı süreci sonunda çözümlenebilecek. 
Son terör olayları ülkemizin terör konusunda yaptıkları ile yapması gerekenlerin tartışmalarına sahne oldu, yıllardır olduğu gibi. Yapılanlar ile yapılması gerekenler bu köşenin konusu değil. Terörün hukuksal boyutu yazımızın birinci bölümüne konu olabilir. 
Latinci Terrere sözcüğünden gelmekte olan terör Türkçe’de korkutma, yıldırma ve tedhiş anlamına geliyor. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu terörü şöyle tanımlamaktadır:  “Terör, baskı, cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ilkesi ve milliyetiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini, zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığını bozmak amacıyla örgüte mensup kişi ve kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir” 
3713 sayılı kanunu okuyan hukukçu olmayan herhangi bir birey “her türlü eylem” ibaresini okuduğunda biraz ürkebilir, kendisinin yapmış olduğu herhangi bir eylemin yargı önünde terör olarak algılanıp algılanmayacağını düşünebilir. Hangi eylemin terör eylemi olup olmadığı hususu yine aynı sayılı kanunun ilerleyen maddelerinde tanımlanmış olup detaylar ve kanunun nasıl yorumlanması gerektiğini hukukçular Yerel Mahkemelerde, Yüksek Yargıtay’da ve bilimsel çalışmalarda sözlü ve yazılı olarak tartışırlar. 
Terör faaliyetleri, terör amacıyla kurulmuş olan bir örgüt tarafından gerçekleştirilirse bu faaliyeti gerçekleştiren örgüte “terör örgütü” denir. 
3713 terör faaliyetini gerçekleştirmek için terör örgütüne üye olan terör sanığı, terör eylemini gerçekleştirdiği iddiası ile yargı önüne çıktığında terör suçları dışındaki diğer suçlarda olduğu gibi eyleminin suç teşkil etmediğini; suç işlemek için kurulan bir teşekkül içinde olmadığını ispatlamak zorundadır. 
Aynı kanun terör olayında mağdur olanların bireysel zararlarının giderilmesinden bahseder. Ancak son olaylar sonrasında yaşanılan “toplumsal travma” nın nasıl atlatılacağı konusunda toplum psikologlarına büyük bir rol düşüyor.
Deprem, doğa olayları arasında öngörülememesi yüzünden en büyük zarara sebep olanıdır. Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde zarar daha da trajik bir boyuttadır. 
Depremler hayatımdaki dönüm noktalarının en önemlileridir. 13 Mart 1992 Erzincan Depremi’ni Erzincan’da; 17 Ağustos-12 Kasım 1999 depremlerini Bolu’da; 3 Şubat 2002 Sultandağı Depremi’ni Afyon’da yaşadım. Adeta yağmurdan kaçarken doluya tutulan bir ailenin evladıyım. 
13 Mart 1992 depremi olduğunda oniki yaşında bir çocuktum. Olayları yeni yeni muhakeme etme çağındaki bir birey olarak birilerinin yaptıklarının cezasını çekmesinin gerektiği bilincindeydim ama bilinçsizmişim. Kandili Rasathanesi’nin resmi rakamlarına göre 653 kişinin öldüğü ve 8057 kişinin yaralanmış olduğu bu depremde yaptıklarının cezasını çekenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Hukuk sosyolojisi açısından irdelendiğinde aynı toplumsal sonuç devamındaki depremlerde de tekrarlandı. Suçlular cezalandırılamadılar. 
Geciken adalet adalet değildir;  Şeriatın kestiği parmak acımaz, gibi atasözleri ile büyümüş toplumun bireylerinden biriyim. Hukukçu kişiliğimi bir kenara bırakırsak yaşadığım her bir deprem, “Acaba bu depremde can kaybına sebebiyet verenler yine cezasız mı kalacak? ” sorusunu her seferinde sormama sebebiyet verdi. İsmini zikretme ihtiyacı duymadığım birkaç günah keçisi dışında hiçbir sorumlu gerekli yaptırımlara maruz kalmadılar.
Hakimler yürürlükte olan yasalara göre karar verirler. Kanunlar TBMM tarafından usulüne uygun kabul edilip yürürlük tarihinden sonra hüküm ve sonuç doğurmaya başlarlar. Son rakamlara göre Van Depremi’nde ölenleri sayısı 600’e yaklaşmış durumda. 
Daha önce kendi kendime sormuş olduğum soruyu bir sonraki depremde acaba sorup sormayacağımı şimdiden merak ediyorum. Acaba suçlu kim ? Sorumun cevabını okuyucuya bırakıyorum.

aliemredesat@gmail.com